#

Covid-19 ile Eğitim ve Dijitalleşeme

Değişen ve gelişen dünyada gelişmelere ayak uydurabilen, çağın beklentilerine cevap verebilen, araştıran, sorgulayan ve özgüven duygusu gelişmiş bireyler yetiştirmek ancak eğitimle mümkündür. Yaşam boyu süren öğrenme yolculuğunun ve tüm bu öğrenme süreçlerinin ve eğitimlerinin en önemli mekanı da eğitim kurumları olan okullardır.

Okullar, her ne kadar akademik öğrenmelerin asıl hedef olarak konulduğu bir yaşam alanı olsa da, onu var eden öğretmen, öğrenci ve veliler olmadan düşünülemez. Okulun taşıdığı değer ve anlam ifade ettiği kavramsal tanımından çok daha büyüktür. Okulları okul yapan, bir yandan kapsayıcı ve çevreleyici okul binası, bahçesi, sosyal, sanat-spor alanları ve sınıfları gibi kendi fiziksel alanları iken, tek başına bir şey ifade etmeyen bu fiziki çevreyi canlı, işler ve işlevsel kılan da öğrencilerin ve öğretmenlerin varlığıdır.

Öğretmenlerle öğrencilerin bir arada oluşturdukları sinerji, aralarında kurdukları mistik bağ ve dinamik ilişki aslında bir okul çatısı altında kuşaklar arası bir alışverişi simgeler. Okulları da aslında dünden alıp bugüne, bugünden alıp geleceğe taşıyan bu alışverişin gerçek sahipleri olan öğrencileri ve öğretmenleridir.

İşte ülkemizde bu gerçek eğitim sahnesinin yaratıcıları olan öğrenci ve öğretmenlerinin sayesinde dünden bugüne “iyi okul” geleneğini en iyi şekilde temsil eden kurumlardan birisidir. Son bir yıldır dünyayı etkisi altına alan COVID – 19 salgınının gölgesinde bile bu hedeflerinden ve ilkelerinden vazgeçmeden, birikimi ve deneyimleri sayesinde eğitimini üstlendiği çocuk ve gençleri geleceğin çok da bilinmeyen dünyasına hazırlamaya devam ediyor.

Cumhuriyet, kuruluşu öncesinden bugüne kadar sert rüzgarlara ve zorlu koşullara dayanmayı bilmiş, gücünü ve kuvvetini ilkelerinin ve hedeflerinin gücü olan çocukları ve gençleri yetiştirirken, onlarda görmek istediği özgüveni ve adalet duygusu yüksek, fiziksel ve ruhsal dayanıklılık becerileri gelişmiş, kendi geçmişini, bilgi ve birikimini süzgecinden geçirmiş, özümsemiş ve deneyimlemiş bir eğitim oluşturmayı hedefler. Pek çok değerli eğitimcinin de, bu anlayışta kendi içinde tutarlılık sergilediğini söyleyebiliriz.

Evlerin okula, velilerin de öğretmene dönüştüğü zorlu salgın döneminde, okul öncesi öğrencileri Türkiye’de olduğu gibi bu dönemin en şanslıları oldular çünkü neredeyse hemen her gün okula geldiler ve arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle birlikte olabildiler. Bu süreçte, öğrencilerimizin yaşlarının küçük olması nedeni ile evdeki yönetimin ve takibin ebeveynler tarafından yapılması kaçınılmaz olmuştur. Bu konu, tüm okul öncesi eğitim kurumlarının ve bu yaşta çocuğu olan ebeveynlerin de ortak sorunu haline gelmiştir. İleri sınıf düzeylerinde ise ebeveynler daha çok izleyen ve kontrol eden rollerini üstlenmiş oldular.

Hayatta kalma ve sağlıklı olma ile başarılı olmanın, yön ve yer değiştirdiği, bireysel performansların güç koşullarda nasıl ortaya çıktığının, analiz ve değerlendirmelerin daha çok gözleme dayandırıldığı, elde edilen ölçümlerin verilerinin; işimizi nasıl daha iyi yaparız arayışına ittiği bir zaman dilimini yaşıyoruz. 

Bu salgın döneminde kara tahtanın önünde ders işlemenin zevkini daha iyi kavrasak da, günümüz teknolojileri sayesinde “aynı zamanda fakat farklı mekanlarda”  var olmak, öğretim yapmayı başarmak zor olmadı ancak eğitimde teknoloji kullanımının gereklilik haline geldiği bu dönemde, zorlayıcı olanın psikolojik ve eğitimsel önemde olan iletişim olanaklarının, dokunmanın, göz göze gelmenin mümkün olamayışıydı.

Görüldüğü üzere ülkemiz ve dünyayı etkisi altına alan Covid-19, 2020 Eylül ayından günümüze bir çok psikolojik ve sosyo-ekonomik açıdan toplumsal büyük bir tahribata neden olmuştur. Bu nedenle gerek ülkemizde gerek ise dünyada eğitim camiası eğitmenler ve öğrenciler arasında ülkemiz açısından yeterli düzeyde araç ve gereçler temini olmadığından dolayı ülkeyi yönetenlerin de eğitime yönelik stratejik bir planının olmadığı görülmüştür. Bu kanaatimce, ülkede aşılanma süreci başladığı günden bugüne, önceliğin sağlık çalışanları ile birlikte eğitim çalışanlarımız ve öğrencilerimiz de olmalıydı. Henüz bu gerçekleri fark etmeyen siyasi yöneticiler, bir toplumun gelişmesi ve yenilenmesinden, dünya toplumları ile eşdeğer yarışması açısından, temel eğitimin ve bilimsel eğitimin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır. Eğitim ekmek ve su gibi; devletlerin yaşaması ve ilerlemesi için temel bir ihtiyaçtır.

Emile Zola’nın da dediği gibi;

Pırlantadan alınmayan vergi, kitaptan alınıyordu; çünkü pırlanta alandan değil, kitap okuyanlardan korkuyorlardı. 

İnsanlık yalanı ve adaletsizliği kılıçla değil, kitapla yenecektir. 

Zifiri karanlıklar bütün beyinlerde yoğunluğunu muhafaza ediyorsa, bunun nedeni metotsuz ve hiçbir bilimsel temele dayanmadan elde edilen yarı eğitimin sadece zekanın zehirlenmesine daha da tehlikeli ve kaygı verici olan ahlaksızlık haline ulaşması gibi görünüyordu.

Dr. Celal Kılıçaslan