#

Geçmişten Günümüze Sarı Saltık

XIII. yüzyılda yani 1200’lü yıllarda yaşamış, muhtemelen 1263 yılında Balkanlar’a yani Rumeli’ye geçen, 1293’de (1297/8?) veya bazı kaynaklarda ise 1307’de Hakk’a nail olduğuna inanılan, Anadolu’nun ve Rumeli’nin tarihe derin bir şekilde izler bırakmış ulu erenlerinden birisi de Sarı Saltık’tır. (Sarı Saltık Horasan’dan Anadolu’ya gelirken Lokman Parende’nin kendisi nişan olarak kızıl elmayı vermiş olması, da tesadüf değildir..)
Onun; Aleviler arasındaki yaygın inancına göre; Hacı Bektaş Veli’nin, çağdaşı olması ve birlikte Pir Ahmed Yesevi  dergahında Lokman Parende’nin  öğrencisidır dolayısı ile Anadolu’ya irşad için gelip çalışmalara  katılırlar ve Hacı Bektaş Veli’nin biz seni Rumeli’ne saldık, orada bizim yolumuzu, erkânımızı süresin, oradakileri gönlünle fethedesin” sözleriyle sırtını sıvazlayıp, “safa nazar kıldıktan”, hayır duada bulunduktan sonra, Anadolu’dan Rumeli’ye aynen kendisinin Anadolu’ya güvercin donunda geldiği gibi, mana gücüyle gönderilen bir barış elçisi olduğuna inanılmaktadır.
Sarı Saltık ile ilgili; Ahmet Yaşar Ocak, Şükrü Haluk Akalın ve bir çok akademi camiasından isimlerin bilimsel çalışmaları, menkıbeler, sözlü aktarımınla günümüze kadar gelmiş anlatıların ortaya koyduğu bazı gerçeklerin yanı sıra piyasada yüzlerce yazı, birçok da kitap bulunmaktadır.

 
Nihayetinde her ne kadar tarihsel bazı verilerle de örtüşüp, “alp eren” kimliğinde bir öncü isim olsa da belli bir siyasi eğilime – inanca sahip insanlar Sarı Saltık’tan Balkanlar’ı kılıcıyla Müslümanlaştıran bir savaşçı kahraman Türk mücahidi simgesi çıkarmışlardır, bu tarihi çarpıtmaktan başka bir şey değildir.
Uzmanı olmadığım bir alan ve haddimizi bildiğimiz için, kesin analizlerde bulunup ahkâm kesen birisi gibi davranamayacağım için bu konuda derin mevzulara giremeyeceğim. Bilimsel çalışmalar onun hem tarihi hem de çok geniş coğrafyalar üzerinden yapılacak araştırmalarla söylencesel kimliği elbette ortaya konulacaktır.


Yalnız; Alevi  toplumu içinde; “alp – eren” kimliğinden ziyade “sohbet ve muhabbetleriyle”, üstün mahir yetenekleriyle, bir dede, bir baba, bir eren, Hacı Bektaş Veli gibi bir büyük pirden himmet alması ile gösterdiği kerametler de ortadadır. Dolayısı ile insanlığın “bin bir donunda’ görünen Sarı Saltık, aynı zamanda bir halk önderi olarak da kabul edilmektedir.
Alevi  düşünce dünyasında o, sıra dışı bir yol ulusu, sadece kendi başına hareket eden, derviş nitelikli bir eren değil, mücadeleci, sürekli hareket eden, mucizeler (kerametler) göstere göstere binlerce darda olan cana yardımcı olandır. Her ne kadar Hızır’ı zaman zaman çağırsa ya da Hızır onun yardımına ulaşsa da, kendisi yer yer Hızır gibi aynı anda çok uzak diyarlarda müşkül halde bulunanlara ulaşan, dertlere derman olan, zalimin karşısına kılıçla çıkan, yüzerek nice deryaları aşan, yedi başlı ejderhayı yenerek “kafir – küffar” kralın kızını kurtarıp sağ salim krala teslim eden, muhipleriyle, yarenleriyle, dervişleriyle nice nice tekkeler kuran, tam anlamıyla gezgin, Hristiyan dinini çok çok iyi bilen, dört kutsal kitabı ezbere okuyan, öngörüleriyle halkı ikna eden, halkı kendine hayran eden, Balkanlar’da tüm hayatını Hakk, halk ve adalet için savaşlarla, mücadelelerle geçiren, hiçbir kılıcın kendisine işlemediği ululardan ulu ve gönüllerde yer etmiş bir ölümsüz cengaverdir.

Halktır bu, sevdiğini her daim yaşatır yüzyıllar boyunca, onu zaman zaman kılıktan kılığa sokar ama her daim belleğinin içinde onu çerağları yanan ibadet kürsüsünde baş tacı eder.
İşte Sarı Saltık da nihayetinde her gittiği yerde çerağlarını yakmış, gönüllere ölmez, yenilmez bir er olarak yerleşmiş, kurduğu yoldaki sevgi pınarından bal damlamaya devam eden aynı zamanda bir halk kahramanıdır.
O sonsuz bir muhabbet meydanı kurmuş “ocak – tekke – dergâh – zaviye” dediğimiz maneviyatla yaşamını sürdürmüş, en son vasiyeti gereği de çerağının yanmaya devam etmesidir. Hakk nefeslerinin söylenmeye devam ettiği ve kendisinin kurduğu dergâhında, Romanya – Babadağ’daki makamında sonsuza kadar bir “sır olmuştur”. Ancak o zamana kadar nice zalim küffar krallarla savaşmış, kâh cinlere, kâh devlere karşı mücadele vermiştir. Hatta çoğu insanın bilmediği şekliyle tüm Anadolu’da, tüm Balkanlar’da, Arabistan’a, Çin’e, Kırım’a kadar giden istisnasız Alevi kimlikli en meşhur Türk “masal – menkıbe – inanç önderi – alp / eren” kahramanı olmuştur. Bu bir abartı değildir.
1453’de İstanbul’un Türkler tarafından alınışını yapan Fatih Sultan Mehmet’in, Uzun Hasan’ın üzerine sefere çıkması dolayısı ile oğlu Şehzade Cem’i Edirne’ye göndermesiyle birlikte belki de onunla ilgili bilgileri daha fazla elde etmemizi sağlayan bir çalışmaya da sahip olmuş olduk. Cem Sultan halkın hafızasında, ruhunda, sözlerinde canlı bir şekilde yaşayan Sarı Saltık menkıbesinin derlemesi için maiyetinde bulunan Ebü’l Hayr-ı Rumi’ye görev vermiştir. O da yedi yılda halk arasında dolaşarak Sarı Saltık anlatılarını, efsanelerini, masallarını, menkıbelerini derleyip toparlamış sonuç olarak da Saltuk-Nȃme isimli ölümsüz bir eser meydana getirmiştir. İşte çok hacimli ve elbette ki farklı anlatıların da karıştığı bu eser Sarı Saltık’ı anlamak için bir veri kaynağı teşkil eden derleme kitaptır. Nasıl ki, birçok eser sonradan derlendiyse, hatta Alevi toplumunun öncü isimlerinden Hacı Bektaş Veli adına yazılan Velayetname de, Uzun Firdevs isimli birisi tarafından Hacı Bektaş Veli’nin Hakk’a nail olmasından yaklaşık iki yüz yıl sonra derlenmişse, aynen onun gibi Saltuk-nȃme’de, Sarı Saltık’tun ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra derlenmiştir. Üstelik bu eser muhteva bakımından da çok farklıdır. Geniş coğrafyalar cereyan eden tarihi savaşlar, destanlar, efsaneler, inanç konuları, kahramanlıklar, birbirinden çok kopuk öyküler gibi birçok konunun iç içe geçtiği Saltuk-Nȃme birçok konunun yer aldığı bir kitaptır.
Türkiye’de bir ocak merkezi olarak Tunceli Hozat’taki türbesinin dışında Anadolu’nun birçok farklı yerinde bizzat gidip gördüğümüz Edirne/Babaeski’de, İstanbul-Rumelifeneri’nde,  Bursa/İznik – Manisa/Salihli ve Alaşehir, Niğde – Bor, Sivas – Koyulhisar, Diyarbakır – Urfakapı adı ile bilinen türbeleri (makamları) bulunan Sarı Saltık’ın, Balkanlar’da ise yirmiden fazla yerde türbesi (makamı) vardır.
Romanya – Babadağ’daki, Bulgaristan – Varna yakınlarındaki Kaliagra, Makedonya – Ohri’deki Sveti Naum Manastırı içindeki, Arnavutluk – Kruja kentinde bir dağdaki, Kosova – İpek şehri yakınlarında bir köydeki, Bosna – Mostar Blagay’daki türbe ve makamlarını gördüğüm Sarı Saltık’ın bunlar dışında da birçok yerde türbesinin (makamı) olduğunu yapılan çalışmalar ortaya koymaktadır.
İnanışa göre doksan dokuz yıl ömür sürüp, sonuçta bu dünyadan göçeceğini anladığında çok sevildiğini bildiği ülke krallarının gelip kendi cenazesini alacağını düşünüp bazılarına göre 7, bazıların göre 12 farklı tabut yaptıran, Sarı Saltık son anda da herkesin gönlünü yapmasını bilerek büyük bir ders vermiştir. Sonunda ise; çerağının yandığı yani dergâhının olduğu Romanya – Babadağ’da toprak anaya “sır”, inananlara, onu her daim dillerinde, gönüllerinde yaşatanlara ise sonsuza kadar bir kılavuz, bir meşale olmuştur.
Anadolu Alevi halk toplulukları içinde, onun soyundan geldiğini söyleyen dedelerde, onun adına saz çalan zakirler de, adak adanan, kurbanlar kesilen, lokmalar sunulan tüm makamlarda, yani Anadolu’nun birçok yerinde halen canlı yaşadığı gibi, Balkanlar’da da bugün de yaşamaktadır.
Fakat Balkanlar’da yaşayan Sarı Saltık inanışı; elbette daha farklı bir kültür motifi olarak varlığını sürdürmektedir. Yerel dinlerin, inançların, efsanelerin de karışımıyla, bir “kültür ve dinler karması” temel bir sembol olarak varlığını devam ettirmektedir.
Yine Balkanlar’da Müslüman, Türk veya Arnavut Alevi – Bektaşi, Sünni toplumun gönlünde de Sarı Saltık, İslam’ı en güzel biçimde Hz. Peygamber Efendimizin yaşadığı şekilde, adaletle, kin ve nefreti yok eden, “dört kitabın manasını bilen”, Kur’an-ı Kerim’i sesli okuyup Hıristiyanlar’ı derin bir cezmeye düşürüp onları Müslüman eden bir İslam misyoneri olarak da yaşadığı anlatılardan anlaşılmaktadır.
Bektaşiler ise; onun bir “baba” olduğuna, meydanlar açtığına, cem yaptığına, tekkelerinde çerağlarını dualadığına, deminde, devranın da, sofrasında tuzu ve muhabbetiyle bir ‘Yol Önderi’ olduğuna inanmaktadırlar.
Sarı Saltık deyince; masallar, efsaneler, menkıbeler, muhabbetler birbirine karışmaktadır.
Sarı Saltık, çok geniş coğrafyalarda; Alevi – Bektaşi Müslüman halk kesiminin gönlünde, kah Zaloğlu Rüstem, kah İmam Hüseyin’in öcünü alan ölümsüz bir ruh Eba Müslim Horasani / Teberdar, kah Beyazıd-ı Bestami, kah öğütler veren, Koca Ahmed Yesevi’nin hikmetlerini söyleyen bir Hace, yani ulu bir kişi, kah Dede Korkut, kah Yunus Emre gibi dilde dilekleri gönülde muratları hâsıl eden bir büyük ozan, bir şaman, bir ermiş kişi olmaktadır.
Kim bilir tarihte yine birilerinin gönlünde; Sarı Saltık aynı zamanda çığlıkları vadilerde yankılanmaya devam eden, inançlarından dolayı diri diri yakılan on binlerce Bogomil’in de öcünü alan, haksızların bağrını ezen, mazlumların yegane umudu, gözlerinin yaşını silen, geleceklerinin ışığı, hanların, ağaların, derebeylerinin korkulu rüyasıdır.
Onun önünde derbentler yapsalar, kaleler kursalar da kimse onun önünde durulamaz bir sel gibi, birden coşan ateş gibi, volkan gibi akıp giden Sarı Saltık ve onun gibilerin akışının çağıltısını durduramazlar…
Onlar hareket edince dağlar inler, vadilerde sesler yankılanır…
Ama ille de bir haksızlık yapan varsa, kim olursa olsun, Sarı Saltık / Sarı Saltıklar çağrılır, o tez zamanda yetişir Boz Atlı Hızır gibi, Hızır Aleyhiselam gibi…
Altay Dağları’ndan, Horasan Yurdu’na, Tebriz’deki Ulu Dergâh’a, Dersim’de Düzgün Baba’dan, Romanya Babadağ’a, Bosna Mostar’da Blagay Buna Irmağı’nın çıktığı gözeye bir kervanımız gider bizim…
O bir büyük inancın, kültürün, yolun büyük bir neferidir…
O da nihayetinde onun gibi nice nice ulularla birlikte anlam kazınır, bir bütünde buluşur…
Bu erenlerin kurduğu Erenler Katarına katılanların yoğrulduğu, var olduğu, bir büyük yol, bir büyük öğretidir… Devamlı kendini yeniler, ezelden ebede, akıp gider kainat var oldukça…
Alevi inanç  önderleri aynen Sarı Saltık gibi, kendi yollarını aydınlatan ölümsüz simalardır…
Ulu bir davada Ehlibeyt’te, On İki İmamlar’da, Velayetin kurucusu Allah’ın Arslanı, yiğitlik ve adalet timsali Hz. Ali’den, inandığı değerler uğruna en çok sevdiklerini canını ve kendi varlığını feda eden Şehitler Serdarı İmam Hüseyin’den alınan feyzle çıkılan bu yolda yüzlerce belki binlerce ulu erenler ve öncüler yer almıştır…
Ebu Müslim-i Horasani (ö. 755),  Beyazıd-ı Bestami (ö. Yaklaşık 875) Cüneyd-i Bağdadi (ö. 910), Hallacı Mansur (ö. 922), Koca Ahmet Yesevi (ö. 1167), Ebul Vefa (Tacu’l-Arifin Seyyid Ebü’l-Vefa Bağdadi) (ö. 1107), Dede Garkin, Haydariliğin kurucusu Kutbeddin Haydar (ö. 1221), Kalenderiliğin kurucusu Cemalü’d-Din Savi (ö. 1232/33), Şıhabeddin es Sühreverdi (ö. 1234), Baba İlyas (ö. 1240), Baba İshak (ö. 1240), Muhyiddin İbnü’l Arabi (ö. 1241), Ahi Evran (ö. 1261), Hacı Bektaş Veli (ö. 1270), Mevlana Celaleddin Rumi (ö. 1273), Sarı Saltık (ö. 1293), Barak Baba (ö. 1307), Tabduk Emre, Yunus Emre (1320),  Şeyh Edebali (1326),  Abdal Musa, Abdal Murad, Abdal Mehmed, Postinpuş Baba, Şeyh Mehmed Küşteri (I. Murat Dönemi (1362/1389), Seyyid Ali Sultan (ö. 1402), İmameddin Nesimi (ö. 1408), Şeyh Bedreddin (ö. 1416), Kaygusuz Abdal (ö. 1424) Hacı Bayramı Veli (ö. 1429), Otman Baba (ö. 1478/79), Şah İsmail gibi aynı zamanda bir kısmı için İslam tasavvufunun da temel taşları diyebileceğimiz insanların görüş ve düşüncelerinden de etkilenerek, onların fikirlerini de benimseyerek inanç ve ibadet sistemlerini oluşturmuşlardır.
Tarihler boyunca dergâhlar, tekkeler, ocaklar, cem evleri Alevi inancının da hem merkezleri, hem de bu inancın yayıldığı mekânlar olmuştur.
Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli’de ocaklar yanmış, kinler- kibirler yok olmuş, gönüller birleşmiş; Anadolu bir harman yeri olmuştur.
Hakk, Muhammed, Ali diye sazların çaldığı, deyişlerin söylendiği, bir dostluk kervanıdır bu kervan…
Durmaz, durdurulamaz bu ulu kervan bir yürüyüş eyler; Makedonya – Ohri’ye de varır, Arnavutluk – Kruya’ya da çıkar, Bosna – Hersek’de Mostar Blagay’a bir dağ eteğindeki gözeden su da içer…
Dağdan dağa, ovadan ovaya, ormandan ormana, su gözelerine oradan da insanlığın doruklarına ulaşır Aleviliğin Yolu’nun Rehberleri Sarı Saltık üstüne ne dense azdır.
Sarı Saltık’ın tarihini, inancını da, kültürünü de onun içinden çıktığı  bu yolun ışığında var olan Alevi neferlerin yazması gereklidir…

Dr. Celal Kılıçaslan